Kendimle Sohbet IV
Geçmiş güzel günlerin artık ulaşılamayacak olması mı daha
acımasız, yoksa geleceğin belirsizliğini içine katan bugünün kaygısı mı?
İnsan, kendi ruhuna hitap eden ne varsa onu bulup özümsemeye
ve ona kendinden bir parça katmaya meyilli varlık. Ama aynı zamanda tamahkâr
bir varlık da. Bundan dolayıdır ki hep bir arayış içindedir. Doymayan ruhuna
hep bir şeyler katma hevesi tazelenir günden güne. İşte geçmişteki güzel
günlerin uzakta kalması; bu uzaklığın da insan ruhuna ıstırap veren bir
acımasızlığa dönüşmesi bu sebepledir. Nedir, çatınca kaşlarını yalnızlık, bir
an olsun kendi içine döner insan. Geçmişe yaptığı yolculukta, hayatına giren
insanları ve o insanların hatıralarını düşünür. Geçmiş, kendine çektikçe
insanı, kaygısı derinleşir ve perçinlenir yalnızlığı.
Iskalıyoruz bazen güzellikleri. Bize güzelliği sunan, hep
bir başka insan olur sanıyoruz. Bazen yalnızlıktan korkan insanlar görüyorum.
Aynı insanlar ölümden de korkuyor. Aslında bu korkuların ayıplanacak bir tarafı
yok ya, korkarken yaşamayı unutanların korkularından bahsediyorum. Bütün bir
ömrü ölümü düşünerek geçirmek için ölümün ne olduğunu bilmek gerek evvela. Yalnızlık
sonra, korkulacak tarafından ziyade, yıkıcı olması koyuyor insana aslında.
Ne ki, toprağa sevgiyle ve şefkatle yaklaşır, ondan samimi
duygularımızı esirgemeyiz. Aslında bunu yapmak yalnız çiçeklere olan
sevgimizden değil, aynı zamanda yaradılışın özüne içgüdüsel dönüşümüzden
kaynaklanır. Denilebilir mi ki toprağa gösterilen ilgi ve şefkat, topraktan
varolmuş insandan uzak kalabilir? İnsan bazen yalnızca muhtaç oluyor içten ve
özden bir sarılmaya. Hani o topraktaki çiçek birkaç damla suyla tutunacak ya
hayata, sudan mahrum kalınca unutulur öyle bir köşede ve solup yitirir tüm
canlılığını. İşte öyle bir şey insanın yalnızlığının fazlası da. Her neyse,
korkusu değil yalnızlığın, yıkıcı olması koyuyor insana. Denize münazır bir
banka yalnız oturmak mesela…
Zamanla unutabilen insanlar var. Ben onlardan değilim. Olmak
ister miydim bilmiyorum. Nihayetinde ölüm var. Sonsuza kadar yaşamayacaksam ve
bütün faniliğimle göçüp gideceksem unutmak anlamsızlaşıyor. Her bir kederi,
sevinci ve bilcümle her bir duyguyu ve anıyı hatırlamak güzel bazen. Unutmamış
olmak insana yaşadığını da hatırlatıyor hem. Unuttuğunu iddia edip mutlu mesut
yaşayanları da samimi bulmuyorum. Kalp bu ya, açılır pencereleri yeni bir
hayata ve insan bir süre tüm benliğiyle o hayata adanır. Bir müddet sonra orada
bir mâziye dönüşür görülen ne varsa. Nasıl unuttum diyebilir insan? Hatıraları
ve hatıraların gönülde yarattığı hissiyatı unutabilmek için kendi kalbini
unutmalı evvela. Ama her an orada, göğüs kafesinde öylece atarken zor.
Yorumlar
Yorum Gönder