7. Sanat Sinema - Tarihçe -
İşbu yazı biraz uzun olacağından mütevellit müzik eşliğinde okumanızda fayda var. Merak edenler için belirteyim, müziğimiz sinemanın Japon çizgi tekniklerinin sanatsal bağlamda ekrana yansımış hali olan 'anime' türünden 'Naruto' animesinin soundtrack solosudur. Buyrun efendim: Naruto Soundtrack
7. Sanat; Sinema ve Sinemanın 2. Dünya Savaşına Dek Kısa Tarihçesi
İnsan beyni, gözün algıladığı görüntüyü, görüntü kaybolduktan bir müddet sonra da algılayabilmektedir ve algı esnasında görüntüler bilinç altında hareket eder haldedir. Bundan dolayı sesli sinemada insan gözü bir saniye içinde art arda yansıtılan 24 kareyi kesintisiz bir hareket içinde görür.
Sinema tarihine yolculuk ettiğimizde sinemaya dair denemeler ilk olarak 19. yyın ilk yarısına tekabül eder ancak ciddi çalışmalar bu yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Sinemanın temellerini atacak buluş ve işlere imza atan Eadweard Muybriagef, yanyana dizdiği fotoğraf makineleriyle koşan bir midillinin hareketli görüntüsünü yakalamayı başardı. (1877)
Daha sonra Thomas Edison, kinetograf adını verdiği aleti icat etti ve kinetoraf kameranın ilk biçimi olarak lanse edildi. Edison, kinetografıyla kenarlarına delikler açtığı 15 cm uzunluğundaki filmlerinde 40 net görüntü elde edebiliyordu ve kinetoskop adını verdiği bir aygıtla da bu filmdeki görüntülerden hareketli görüntüler elde edebiliyordu.
Auguste ve Louis Lumiere, kinetoskopa nazire yaparcasına sinematogrofi adı verilen aygıtı geliştirdiler ve Lumiere kardeşler bu aygıtla ilk gösterilerini Paris'te 28 Aralık 1895'te gerçekleştirdi. Bu tarih sinemanın başlangıcı sayıldı.
Sinemaya anlatım tekniklerini profesyonel bağlamda ilk kazandıran kişi zeki yönetmen George Melies'ti. Fantastik sinema ve bilim-kurgunun öncüsü sayılan Melies, yanılsama tekniğini geliştirerek sinemada 'hile' uygulamıştır. Melies'in bu tekniğini daha profesyonel çekimlere uygulayan ise Amerikalı Edwin Porteif'ti. Porteif, 'Büyük Tren Soygunu 1903' filmiyle gerçek sinemanın temellerini atmış ve 7. sanata öncü olmuştur.
Henüz ilk yıllarında çok yaygın kitlelerce benimsenen sinema sektörüne 20. yüzyılın ilk yıllarında Fransızlar hakim iken, 1908de Hollywood'un temelleri atıldı.
1. Dünya Savaşı öncesinde Avrupada Fransız ve İtalyan sineması yetkindi. Fransız Zecca, ABD'de sessiz sinema komedyenlerini derinden etkileyecek komedi türünü geliştirdi. Louis Feuilladef korku sinemasını geliştirdi.
Sinemayı eğlenceden ziyade bir anlatı aracı olarak kullanan Griffith, söze ve yazıya başvurmadan duygu ve düşünceleri çarpıcı bir şekilde perdeye yansıtarak, günümüzün klasik sinema tekniklerini daha o dönemde sinemaya uyarladı.
1. Dünya Savaşının yorgun ve yıkık Avrupasında sinemaya dair en önemli gelişme Almanyada yaşandı. UFA adlı şirket öncülüğünde Alman sineması, Weimar Cumhuriyeti döneminde altın çağını yaşadı. Bu tarihsel gösterimlerde dışavurumcu sinemayı geliştiren Almanlar, mizansenleri ve dekorasyonu kahramanların iç dünyasını yansıtacak şekilde düzenlemiş ve sinemaya çağ atlatmışlardır.
Adolf Hitler'in iktidara gelmesiyle çok sayıda Alman sanatçı ABD'ye yerleşerek Hollywood'u uzun soluklu bir zirve dönemine taşıdı.
Savaş sonrasında SSCB'de Sovyet hükümeti ajitasyon ve propogandaya özel bir önem göstererek dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü'nü kurdu.
ABD'de ise sinema, en önemli sanayi dalı oldu. Çok geniş bir kitleye ulaşan bu sinema, kendi içinde alt türlere de bu dönemde ayrıldı. Özellikle komedi dalında Charlie Chaplin, Harold Lloyd gibi isimler dünya çapında isim yaptılar. 1920lerde Amerikada haftada 40 milyon kişi gösterimleri izliyordu.
Sinemada o yıllarda Hollywoodda kendini gösteren materyalizm ve cinsel serbestlik yönelimleriye Caz Çağı başlamış oldu. Bu dönemde izleyicilerin tepkileri sonucunda yapımcılar, hükümetin yaptırımlarından korunmak maksadıyla Amerika Sinema Birliği adlı örgütü kurdular. Bu örgüt, filmlerde gösterilmesi zararlı olabilecek türden cinsel görüntüleri yayınlama kararı aldı. Bu karardan en çok faydalanan yönetmen ise, cinsel arzularını ve şiddete yönelik duygu ve düşüncelerini perdeye aktaran Cecil deMille oldu.
Amerikadaki büyük buhran sonucunda birçok yapımcı oyuncu ve yönetmen çalışacak stüdyo bulamayıp işsiz kaldı.
2. Dünya Savaşı Öncesi
Sesle görüntüyü birleştirmek sinemanın başlangıcından beri düşünülen bir şeydi. Fakat pahalı olduğu gerekçesiyle bir çok yapım şirketi buna yanaşmadı. O dönem küçük bir şirket olan Warner Bros. 1925'te Western Electric şirketinin geliştirdiği bir ses kayıt sistemiyle ilgilendi. Şirketin amacı müzikli film yapmaktı ve ilk olarak 6 Ağustos 1926'da Don Juan filminde görüntü ve müzik bir aradaydı.
Filmlerin sesli gösterime geçişi bir çok sorunu da beraberinde getirdi. 1927-29 yılları arasında Amerikan film sanayisi sesli filme geçiş yaptı. Ama sesli sinema bir takım teknik ve estetik sorunlara yol açtı. Mikrofonlar ağırdı ve hareket olanakları kısıtlıydı, kameradan çıkan motor sesini engellemek için kamera bir kabine konuyordu ve bu da kameranın hareket alanını kısıtlıyordu. Oyuncular diyalogları ezberlemekte zorluk çekiyor ve yönetmenler de oyunculara teknik talimat veremiyordu. Bütün bu sorunlar birçok film yıldızının sönmesine de sebep oldu.
1930lardan sonra bu sorunların tamamı ortadan kaldırıldı ve hem teknik hem de estetik olarak büyük bir gelişme kaydedildi.
Sesli sinemayla birlikte izleyicideki artış ABD'de büyük şirketlerin egemenliğini ve bu şirketlerin stüdyo sayılarını da arttırdı.
Sesli sinema sisteminde uluslararsı alanda en parlak gelişmeyi Fransızlar gösterdi. Yenilikçi ve yaratıcı yapıtların adresi olan Fransa, 1930larda sinemada Altın Çağını yaşadı ve dünyaca ünlü iki yönetmeni sanat dünyasına kazandırdı; Jean Vigo ve Jean Renoir..
Almanyada sessiz sinema döneminin başarılı yönetmenleri, '30ların başında sesi ustaca kullandıkları filmler çektiler. Fakat Hitler'in iktidara gelmesi, bir çok yönetmen ve yıldızın yok olup gitmesine sebep oldu.
Japonya ise sesli sinemaya oldukça geç geçti. Japonya'da sessiz film gösterilerinde filmde olanları bir yorumcu izleyiciye aktarıyordu ve bu teknik Japonya'da çok tutmuştu. Daha sonraları sesli film girişimlerine hükümet katı bir sansür politikası uyguladı.
Hindistan'da da sesle birlikte bir film patlaması yaşandı. Yılda ortalama 230 film gösteriliyordu ve bu filmlerin içeriği genellikle mitolojik ögelerden oluşuyordu ve dans ve şarkıyla harmanlanmıştı..
2. Dünya Savaşı Sonrası Sinema ve Sinemada Geliştirilen Teknikler başlığı altında devam yazısı yayınlanacaktır. Çok yakında..
7. Sanat; Sinema ve Sinemanın 2. Dünya Savaşına Dek Kısa Tarihçesi
İnsan beyni, gözün algıladığı görüntüyü, görüntü kaybolduktan bir müddet sonra da algılayabilmektedir ve algı esnasında görüntüler bilinç altında hareket eder haldedir. Bundan dolayı sesli sinemada insan gözü bir saniye içinde art arda yansıtılan 24 kareyi kesintisiz bir hareket içinde görür.
Sinema tarihine yolculuk ettiğimizde sinemaya dair denemeler ilk olarak 19. yyın ilk yarısına tekabül eder ancak ciddi çalışmalar bu yüzyılın ikinci yarısında başlamıştır. Sinemanın temellerini atacak buluş ve işlere imza atan Eadweard Muybriagef, yanyana dizdiği fotoğraf makineleriyle koşan bir midillinin hareketli görüntüsünü yakalamayı başardı. (1877)
Daha sonra Thomas Edison, kinetograf adını verdiği aleti icat etti ve kinetoraf kameranın ilk biçimi olarak lanse edildi. Edison, kinetografıyla kenarlarına delikler açtığı 15 cm uzunluğundaki filmlerinde 40 net görüntü elde edebiliyordu ve kinetoskop adını verdiği bir aygıtla da bu filmdeki görüntülerden hareketli görüntüler elde edebiliyordu.
Auguste ve Louis Lumiere, kinetoskopa nazire yaparcasına sinematogrofi adı verilen aygıtı geliştirdiler ve Lumiere kardeşler bu aygıtla ilk gösterilerini Paris'te 28 Aralık 1895'te gerçekleştirdi. Bu tarih sinemanın başlangıcı sayıldı.
Sinemaya anlatım tekniklerini profesyonel bağlamda ilk kazandıran kişi zeki yönetmen George Melies'ti. Fantastik sinema ve bilim-kurgunun öncüsü sayılan Melies, yanılsama tekniğini geliştirerek sinemada 'hile' uygulamıştır. Melies'in bu tekniğini daha profesyonel çekimlere uygulayan ise Amerikalı Edwin Porteif'ti. Porteif, 'Büyük Tren Soygunu 1903' filmiyle gerçek sinemanın temellerini atmış ve 7. sanata öncü olmuştur.
Henüz ilk yıllarında çok yaygın kitlelerce benimsenen sinema sektörüne 20. yüzyılın ilk yıllarında Fransızlar hakim iken, 1908de Hollywood'un temelleri atıldı.
1. Dünya Savaşı öncesinde Avrupada Fransız ve İtalyan sineması yetkindi. Fransız Zecca, ABD'de sessiz sinema komedyenlerini derinden etkileyecek komedi türünü geliştirdi. Louis Feuilladef korku sinemasını geliştirdi.
Sinemayı eğlenceden ziyade bir anlatı aracı olarak kullanan Griffith, söze ve yazıya başvurmadan duygu ve düşünceleri çarpıcı bir şekilde perdeye yansıtarak, günümüzün klasik sinema tekniklerini daha o dönemde sinemaya uyarladı.
1. Dünya Savaşının yorgun ve yıkık Avrupasında sinemaya dair en önemli gelişme Almanyada yaşandı. UFA adlı şirket öncülüğünde Alman sineması, Weimar Cumhuriyeti döneminde altın çağını yaşadı. Bu tarihsel gösterimlerde dışavurumcu sinemayı geliştiren Almanlar, mizansenleri ve dekorasyonu kahramanların iç dünyasını yansıtacak şekilde düzenlemiş ve sinemaya çağ atlatmışlardır.
Adolf Hitler'in iktidara gelmesiyle çok sayıda Alman sanatçı ABD'ye yerleşerek Hollywood'u uzun soluklu bir zirve dönemine taşıdı.
Savaş sonrasında SSCB'de Sovyet hükümeti ajitasyon ve propogandaya özel bir önem göstererek dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü'nü kurdu.
ABD'de ise sinema, en önemli sanayi dalı oldu. Çok geniş bir kitleye ulaşan bu sinema, kendi içinde alt türlere de bu dönemde ayrıldı. Özellikle komedi dalında Charlie Chaplin, Harold Lloyd gibi isimler dünya çapında isim yaptılar. 1920lerde Amerikada haftada 40 milyon kişi gösterimleri izliyordu.
Sinemada o yıllarda Hollywoodda kendini gösteren materyalizm ve cinsel serbestlik yönelimleriye Caz Çağı başlamış oldu. Bu dönemde izleyicilerin tepkileri sonucunda yapımcılar, hükümetin yaptırımlarından korunmak maksadıyla Amerika Sinema Birliği adlı örgütü kurdular. Bu örgüt, filmlerde gösterilmesi zararlı olabilecek türden cinsel görüntüleri yayınlama kararı aldı. Bu karardan en çok faydalanan yönetmen ise, cinsel arzularını ve şiddete yönelik duygu ve düşüncelerini perdeye aktaran Cecil deMille oldu.
Amerikadaki büyük buhran sonucunda birçok yapımcı oyuncu ve yönetmen çalışacak stüdyo bulamayıp işsiz kaldı.
2. Dünya Savaşı Öncesi
Sesle görüntüyü birleştirmek sinemanın başlangıcından beri düşünülen bir şeydi. Fakat pahalı olduğu gerekçesiyle bir çok yapım şirketi buna yanaşmadı. O dönem küçük bir şirket olan Warner Bros. 1925'te Western Electric şirketinin geliştirdiği bir ses kayıt sistemiyle ilgilendi. Şirketin amacı müzikli film yapmaktı ve ilk olarak 6 Ağustos 1926'da Don Juan filminde görüntü ve müzik bir aradaydı.
Filmlerin sesli gösterime geçişi bir çok sorunu da beraberinde getirdi. 1927-29 yılları arasında Amerikan film sanayisi sesli filme geçiş yaptı. Ama sesli sinema bir takım teknik ve estetik sorunlara yol açtı. Mikrofonlar ağırdı ve hareket olanakları kısıtlıydı, kameradan çıkan motor sesini engellemek için kamera bir kabine konuyordu ve bu da kameranın hareket alanını kısıtlıyordu. Oyuncular diyalogları ezberlemekte zorluk çekiyor ve yönetmenler de oyunculara teknik talimat veremiyordu. Bütün bu sorunlar birçok film yıldızının sönmesine de sebep oldu.
1930lardan sonra bu sorunların tamamı ortadan kaldırıldı ve hem teknik hem de estetik olarak büyük bir gelişme kaydedildi.
Sesli sinemayla birlikte izleyicideki artış ABD'de büyük şirketlerin egemenliğini ve bu şirketlerin stüdyo sayılarını da arttırdı.
Sesli sinema sisteminde uluslararsı alanda en parlak gelişmeyi Fransızlar gösterdi. Yenilikçi ve yaratıcı yapıtların adresi olan Fransa, 1930larda sinemada Altın Çağını yaşadı ve dünyaca ünlü iki yönetmeni sanat dünyasına kazandırdı; Jean Vigo ve Jean Renoir..
Almanyada sessiz sinema döneminin başarılı yönetmenleri, '30ların başında sesi ustaca kullandıkları filmler çektiler. Fakat Hitler'in iktidara gelmesi, bir çok yönetmen ve yıldızın yok olup gitmesine sebep oldu.
Japonya ise sesli sinemaya oldukça geç geçti. Japonya'da sessiz film gösterilerinde filmde olanları bir yorumcu izleyiciye aktarıyordu ve bu teknik Japonya'da çok tutmuştu. Daha sonraları sesli film girişimlerine hükümet katı bir sansür politikası uyguladı.
Hindistan'da da sesle birlikte bir film patlaması yaşandı. Yılda ortalama 230 film gösteriliyordu ve bu filmlerin içeriği genellikle mitolojik ögelerden oluşuyordu ve dans ve şarkıyla harmanlanmıştı..
2. Dünya Savaşı Sonrası Sinema ve Sinemada Geliştirilen Teknikler başlığı altında devam yazısı yayınlanacaktır. Çok yakında..
Yorumlar
Yorum Gönder