Latin Amerika Şiiri ve Yalnızlık - Jorge Luis Borges
Borges, 24 ağustos 1899'da Buenos Aires'te doğmuş, edebiyata olan ilgisini babasının kütüphanesinde kazanmış; çok küçük yaşta İngilizce kitapları okuyarak bir bakıma bu kitaplar vesilesiyle dil eğitimi de almıştır. Henüz 9 yaşında Oscar Wilde'ın Mutlu Prens eserini İngilizceden İspanyolcaya çevirmiş; bu çalışmasıyla birçok gazete ve mecmuanın dikkatini çekmiştir.
Borges'in böyle bir ortamda yetişirken dünyaya adını duyurması da kaçınılmaz olmuştur elbette.
Ama bütün bunlar yaşanırken bir de arka planda kişiliğini şekillendiren bir hayal dünyası da sarmıştı Borges'i. Tıpkı bizim yazın tarihimizde Servet-i Fünun topluluğuna mensup şairler gibi bir hayal ve hakikat çatışması içinde geçen günlerini bütünüyle olmasa da hayalciliğe adamış; hakikatin edebiyat için yeterli nicelikte ve nitelikte içerik muhteva etmediğini düşünmüştür. Bu yönden realizmin yüzeysel satır aralarına romantizmle derinlik katmıştır. ''Konuşarak birkaç dakikada açıklanacak şeyleri beş yüz sayfaya sığdırmak çok zor'' diyen yazarın, düşselliği metaforik bir dil örgüsüyle bezemesi de, sembol ve imgelerden faydalanmayı çok sevdiğinden vuku bulmuştur. Özellikle ''ayna'' simgesi, O'nun literatüründe geniş bir yer tutup hem nesirde hem de nazımda Borges'e yoldaşlık etmiştir.
Ne zaman aynadaki yüze baksam
Bilmiyorum hangi yüz bana bakıyor
Bilmiyorum hangi yaşlı yüz sessizce
Ve bezgin bir ifadeyle kendi imgesini arıyor...
Nedir, düş gücüyle hayata tutunanların yalnızlığı, hakikat kadar acıdır. Yalnızlar yalnızı Borges, kalabalıklar içinde kendi dünyasında bir başına yaşamış; yalnızlığın derin sularında müstesna bir hayal dünyasına kulaç atmıştır. Bu hayal dünyası, her bir köşesinde arayışları ve mutlak sonuçsuzluğu ihtiva etmiştir.
...
Bilmiyorum ne kadar sürdü mutluluğum
Öyle şeyler vardır ki ne salkım ölçebilir;
ne çiçek, ne yağmur, ne de nârin kar
Herkes kaçtı benden...
Korkutuyordu herkesi,
ayın gönül verip sevdiği erkek
Yıllar geçti
Çılgına çeviriyor beni bir korku uyandığım zaman
Düşünüyorum da, bir düş müydü gerçek miydi yoksa,
dağın doruğunda yaşadığım o altın çalkantı
Boş yere tekrarlıyorum kendi kendime
geçmişin anısı ve düş, tek ve aynı şeydir diye.
Yalnızlığım dolaşıyor yavan yollarında yeryüzünün
Ama ben arıyorum, hep arıyorum
Eskil gecesinde tanrıların
o duygusuz ayı ve kızını Zeus'un.
Beş Parmak Dağında Endymon
Ne ki, Latin Amerika annelerinin nevi şahsına münhasır nazarında erkek evladın kalbi yalnız annesi için atmalı. İşte bir mum gibi yapayalnız bir halde eriyen Borges'in yalnızlığını perçinleyen bir mesele buydu. Bir diğer mesele ise, henüz 16 yaşındaki Borges'in içine kapanık ve asosyal tutumu karşısında babasının Borges'in koynuna kendi metresini sokması meselesidir ki; bu olay yazarın sosyal ilişkilerini bütünüyle harap etmiş; O'nun kalbinde aşka yaklaşmaktan bile imtina eden bir duygu ve fikir dünyasını var etmiştir. Anne ve babanın bu tutumları karşısında bakir ruhuyla yalpalayan yazar, kadınlar konusunda şüpheci ve tutuk bir yaşam sürmüştür.
Luis Borges, Annesi, Babası ve Kız Kardeşi
Borges'in annesi, diktatörce tavırlar içinde evladının gönül vermeye meylettiği hiçbir kadını onaylamamış, Borges 68 yaşına geldiğindeyse O'nun hiç de istemediği biriyle evlenmesi için baskı yapmıştır. Evlenmiştir de Borges. Fakat geceleri yalnızlığın koynunda ve bir hayal dünyasının sonsuzluğunda uyumaya alışkın yürekler için bir yastıkta iki baş azap demektir. Netekim evliliği de çok kısa sürmüştür.
İkinci Dünya Savaşında Nazilere karşı tavır almış, Arjantin'de Peron hükümetinin baskıcı rejimine karşı durmuştur. Annesi ve kız kardeşinin Peron hükümetince hapse atılmasının ardından bir yazısında Juan Peron'a şeytan, karısına ise sıradan bir fahişe benzetmesi yapmış, sürgün edilmiştir. Peron hükümeti de her diktatör gibi devrilince Borges ailesi özgürlüğüne kavuşmuştur. Ancak ilerleyen yıllarda Borges'in yaptığı politik hatalar, O'nu daha da yalnızlaştırmıştır. Üstelik 1950'lerin başında kalıtımsal bir rahatsızlıktan dolayı görme yetisini de kaybetmiştir.
Bütün bu ailevi diktenin ve baskının sonucunda, şairin benliği de içten içe ezilmiş; Güney Amerika devrimci güçler karşısında, O'nunla aynı coğrafyada doğan şairlerin gözbebeği olan ''sol'' karşısında askeri cuntayı desteklemiş ve dönemin diktatörü Pinochet'in elinden ödül almıştır. Yaptığı hatanın daha sonra farkına varıp pişman olmuş ve bu kez cuntaya karşı tavır almıştır. Ama Latin Amerika solunun karşısındayken de yalnızdır; cuntanın karşısındayken de.
1986'da ölmek üzereyken Avrupa'ya gitmeyi dilemiş; orada ailesinin bulunduğu kabristana gömülmek istemiştir. Fakat bu isteği de gerçekleşmemiş ve İsviçre'de Krallar Mezarlığı'nda da yalnızlığa mahkum olmuştur.
Düşler var düşün ardında her gece
Yitip gitmek isterim karanlık sularda
Üstümden gündüzü yıkayan
Ama bu katıksız sular altında
Bize en sonuncu hiçliği sunan
Edepsiz harikanın nabzı atıyor bu hüzünlü saatte
Bambaşka yüzümü yansıtan ayna olabilir
Bir dolambacın git gide büyüyen tutukevi olabilir
Bir bahçe olabilir, hep bir karabasandır
Dehşeti başka dünyadan, adı konulmayan bir şey
Bana ulaşır söylencelerin ve dünün sisinden
Tiksinilen imge retinaya yapışır kalır
Lekeler uykusuzluğu, tıpkı gölgeyi alçalttığı gibi
Neden boy verir bende bedenim dinlerken
ve gönlüm kalmışken yapayalnız, şu ahmak gül?
Ephialtes
...
Bilmiyorum ne kadar sürdü mutluluğum
Öyle şeyler vardır ki ne salkım ölçebilir;
ne çiçek, ne yağmur, ne de nârin kar
Herkes kaçtı benden...
Korkutuyordu herkesi,
ayın gönül verip sevdiği erkek
Yıllar geçti
Çılgına çeviriyor beni bir korku uyandığım zaman
Düşünüyorum da, bir düş müydü gerçek miydi yoksa,
dağın doruğunda yaşadığım o altın çalkantı
Boş yere tekrarlıyorum kendi kendime
geçmişin anısı ve düş, tek ve aynı şeydir diye.
Yalnızlığım dolaşıyor yavan yollarında yeryüzünün
Ama ben arıyorum, hep arıyorum
Eskil gecesinde tanrıların
o duygusuz ayı ve kızını Zeus'un.
Beş Parmak Dağında Endymon
Ne ki, Latin Amerika annelerinin nevi şahsına münhasır nazarında erkek evladın kalbi yalnız annesi için atmalı. İşte bir mum gibi yapayalnız bir halde eriyen Borges'in yalnızlığını perçinleyen bir mesele buydu. Bir diğer mesele ise, henüz 16 yaşındaki Borges'in içine kapanık ve asosyal tutumu karşısında babasının Borges'in koynuna kendi metresini sokması meselesidir ki; bu olay yazarın sosyal ilişkilerini bütünüyle harap etmiş; O'nun kalbinde aşka yaklaşmaktan bile imtina eden bir duygu ve fikir dünyasını var etmiştir. Anne ve babanın bu tutumları karşısında bakir ruhuyla yalpalayan yazar, kadınlar konusunda şüpheci ve tutuk bir yaşam sürmüştür.
Luis Borges, Annesi, Babası ve Kız Kardeşi
Borges'in annesi, diktatörce tavırlar içinde evladının gönül vermeye meylettiği hiçbir kadını onaylamamış, Borges 68 yaşına geldiğindeyse O'nun hiç de istemediği biriyle evlenmesi için baskı yapmıştır. Evlenmiştir de Borges. Fakat geceleri yalnızlığın koynunda ve bir hayal dünyasının sonsuzluğunda uyumaya alışkın yürekler için bir yastıkta iki baş azap demektir. Netekim evliliği de çok kısa sürmüştür.
İkinci Dünya Savaşında Nazilere karşı tavır almış, Arjantin'de Peron hükümetinin baskıcı rejimine karşı durmuştur. Annesi ve kız kardeşinin Peron hükümetince hapse atılmasının ardından bir yazısında Juan Peron'a şeytan, karısına ise sıradan bir fahişe benzetmesi yapmış, sürgün edilmiştir. Peron hükümeti de her diktatör gibi devrilince Borges ailesi özgürlüğüne kavuşmuştur. Ancak ilerleyen yıllarda Borges'in yaptığı politik hatalar, O'nu daha da yalnızlaştırmıştır. Üstelik 1950'lerin başında kalıtımsal bir rahatsızlıktan dolayı görme yetisini de kaybetmiştir.
Bütün bu ailevi diktenin ve baskının sonucunda, şairin benliği de içten içe ezilmiş; Güney Amerika devrimci güçler karşısında, O'nunla aynı coğrafyada doğan şairlerin gözbebeği olan ''sol'' karşısında askeri cuntayı desteklemiş ve dönemin diktatörü Pinochet'in elinden ödül almıştır. Yaptığı hatanın daha sonra farkına varıp pişman olmuş ve bu kez cuntaya karşı tavır almıştır. Ama Latin Amerika solunun karşısındayken de yalnızdır; cuntanın karşısındayken de.
1986'da ölmek üzereyken Avrupa'ya gitmeyi dilemiş; orada ailesinin bulunduğu kabristana gömülmek istemiştir. Fakat bu isteği de gerçekleşmemiş ve İsviçre'de Krallar Mezarlığı'nda da yalnızlığa mahkum olmuştur.
Düşler var düşün ardında her gece
Yitip gitmek isterim karanlık sularda
Üstümden gündüzü yıkayan
Ama bu katıksız sular altında
Bize en sonuncu hiçliği sunan
Edepsiz harikanın nabzı atıyor bu hüzünlü saatte
Bambaşka yüzümü yansıtan ayna olabilir
Bir dolambacın git gide büyüyen tutukevi olabilir
Bir bahçe olabilir, hep bir karabasandır
Dehşeti başka dünyadan, adı konulmayan bir şey
Bana ulaşır söylencelerin ve dünün sisinden
Tiksinilen imge retinaya yapışır kalır
Lekeler uykusuzluğu, tıpkı gölgeyi alçalttığı gibi
Neden boy verir bende bedenim dinlerken
ve gönlüm kalmışken yapayalnız, şu ahmak gül?
Ephialtes


Yorumlar
Yorum Gönder