Esarete Boyanmış Bir Kuş; Jerzy Kosinski
Zordur bir başka insanın yaşadığı acıları, sıkıntıları ve içine düştüğü sonsuz döngüde sessiz çırpınışlarını anlamak. Hele ki o insanın tecrübelerine uzak bir yaşantımız varsa..
Jerzy Kosinski, II. Dünya Savaşının başlangıcından 6 sene evvel çalkantılı bir dünyaya gözlerini açmış; insanların acımasız yüzünü henüz çocuk yaşlarında görmüştür.
Dünya, insan denen varlığın menfaatleri ve hırsları neticesinde paramparça edilirken dünyaya gelmek, paramparça olmaya ve kırık dökük yaşamaya başlı başına bir sebep. Savaş mı daha acımasız insanlar mı? Ruhunda, ölümün soğuk nefesini gizler esaret.
Yaşamlarımızda, kalbimizde yeşerttiğimiz naif duyguları, sırf o duygulara bir zeval gelmesin ve hislerimiz pekişsin diye bir başkasının kalbine sunar; bir nev'i o duyguları muhatabına emanet ederiz. Sonrası mütemadiyen yerle bir olmuş bir yürek ve o yüreğin taşıdığı kırgınlıklar olur.
Polonyada Yahudi bir ailenin ilk ve tek çocuğu olarak dünyaya gelen Kosinski, annesinin 'çocuklarını koruma içgüdüsü'yle aldığı karar neticesinde ailesi tarafından henüz çok küçük bir yaşta Katolik bir aileye evlatlık olarak verildi. Sonrası, O'nun hikayesinde simsiyah bir yolculuktur.
Kosinski, bölünüp dağılmaya yüz tutmuş bir aşkı ayakta tutmakta hünerliydi. Üstelik bunun için dünyaya gelmesi yeterliydi. Ayrılık düşüncesini ortadan kaldırmakta gösterdiği başarıyı, ailesinden koparıldıktan sonra da göstermesi O'nun kaderiydi.
Evlatlık olarak gittiği yeni ailesinde tutunamamış, küçücük bedenine sığdırdığı kocaman yaşama sevincini de yanına almış ve bulunduğu köyü terk etmişti. O'nun yazgısı bir şeylerden kaçmak; ve kaçtığı, sığındığı yerlerde, insanlarda bir yaşamı bulmak idi.
Bir çocuğun düşlerinde geleceğine dair hayaller, fantastik bir dünyanın mavilikleri saklıdır. Ancak savaşın ortasında kalmış bir çocuğun düşlerinde anne ve babasından başka soluk alır bir nesneye rastlamak mümkün değildir. Üstelik bu, fantastiğin değil gerçeğin düşselliğidir.
Kaçışlardan sıyrılmak adına bir köye yerleşmişti Kosinski. Ancak, bir insanın bir başka insanı derisinden, saç veya göz renginden ötürü ötekileştirdiği bir çağdı bu. Ve sırf saçları kara diye, düşünceleri ve kalbi de kara denildi bu küçük çocuk için. Henüz inancın ne olduğundan habersiz bir çocuğun inancından ve bu inancın getireceği felaketlerden korkuldu. Nazi Almanya'sı kabus gibi çökerken Leh köylerine, bu köylere sığınarak yaşama hakkı dilenip yerle bir edilen yine bu masum çocuktu. Şayet nefes almak yaşamakla eşdeğerse, aradığını bulduğu söylenebilir. Fakat hangimiz bu çocuğun yaşadığını tüm kalbimizle söyleyebiliriz ki?
Hayatın olduğu yerde umut vardı. Belki de Jerzy'nin yüreğini saran nihayetsiz kaçışların yollarını da bu sonsuz umut duygusu sarmıştı..
Kosinski, sığındığı her yeri korunaklı bir liman olarak görse de kısa süre içinde gördüğü işkencelerden dolayı bu düşüncesinde yanıldığını tecrübe etti. Üstelik bu tecrübe, bir önceki tecrübesini pekiştiren eski bir dünyanın penceresiydi. Hep aynı koridorlara koştu bir umutla açtığı kapılardan ve hep aynı manzaraydı pencerelerden gökyüzüne yansıyan. Savaşın izleri değil, büsbütün kendisiydi O'nun ruhunu saran.
Aylar, yıllar ve zamanın doldurabildiği her şey işkence ve acıyla, zulmün ve acımasızlığın vücut bulduğu insanlar arasında geçip giderdi. Kosinski'yi büyüten acıydı ve bunca acıya rağmen usanmadı kuş boyamaktan, annesini düşlemekten, kaçmaktan ve ağlamaktan.
Nihayet Sovyet birlikleri Leh köylerine girdi. Savaşın tam ortasında insanlar taraf seçmekle mükellefti ve o an orada bulunan üniformaya göre tavır tavınmak, onların yegane kurtuluş reçetesiydi. Kosinski ise yalnızca kendisi oldu; kendisinin kim olduğunu bile bilmediği vakitti..
Rus askerlerine sığınmak, barbar ve acımasız köylülerin merhametine küçük bir bedeni bırakmaktan yeğdi elbette ve bu da huzurun başlangıcı oldu.
Ruslardan gördüğü iyi niyetin Almanlara karşı kalbinde yeşerttiği nefret duygusu, O'nu daha güçlü bir çocuk yaptı.
Ruslar, kimsesiz savaş çocuklarını bir yurda yerleştirirken Kosinski de kendine onların arasında bir yer buldu. İşkence ve zulüm dolu yıllar geride kalırken yurt koridorlarında yankılanan hıçkırık ve çığlık sesleri, annesizliğin bir sonucuydu. Fakat buna yıllardır alışan Jerzy için annesizlik, alışılagelmiş olağan bir durumdu.
Çocuğundan kopmak zorunda kalan anne baba içinse yıllar ve hatta asırlar geçse dahi ayrılık, alışılması mümkün olmayan bir şey. Bunu bize gösterense Kosinski'nin anne ve babasının, çocuklarını yıllar sonra bir yurda gelip soruşturmasıydı. Evet! Şimdi tam karşısında ailesi Kosinski'nin. Bakışlar donuk, eller soğuk ve hissiz bir kavuşma bu. Kırılan bir kalbin onarılması zaman ister; unutulmuş bir yüzü hatırlamaksa sevgi ve merhamet.. İşte, Jerzy'nin yıllardır tatmadığı duygu.. Yanakları üzerine düşen yaşlar kendi gözyaşları değil, O'na asırlardır uzak kalmış bir yüreğin, bir annenin, annesinin duyduğu şefkat, özlem, merhamet, sevgi ve aşkın yağmuru.
Çocukluk, Kosinski'nin boyadığı bir kuştu. Öylesine seçkin ve fakat uzak ve yalnız.
Çocukluk, boyanmış bir kuşun kanatlarına saklanan bir ruhtu..
Jerzy Kosinski, II. Dünya Savaşının başlangıcından 6 sene evvel çalkantılı bir dünyaya gözlerini açmış; insanların acımasız yüzünü henüz çocuk yaşlarında görmüştür.
Dünya, insan denen varlığın menfaatleri ve hırsları neticesinde paramparça edilirken dünyaya gelmek, paramparça olmaya ve kırık dökük yaşamaya başlı başına bir sebep. Savaş mı daha acımasız insanlar mı? Ruhunda, ölümün soğuk nefesini gizler esaret.
Yaşamlarımızda, kalbimizde yeşerttiğimiz naif duyguları, sırf o duygulara bir zeval gelmesin ve hislerimiz pekişsin diye bir başkasının kalbine sunar; bir nev'i o duyguları muhatabına emanet ederiz. Sonrası mütemadiyen yerle bir olmuş bir yürek ve o yüreğin taşıdığı kırgınlıklar olur.
Polonyada Yahudi bir ailenin ilk ve tek çocuğu olarak dünyaya gelen Kosinski, annesinin 'çocuklarını koruma içgüdüsü'yle aldığı karar neticesinde ailesi tarafından henüz çok küçük bir yaşta Katolik bir aileye evlatlık olarak verildi. Sonrası, O'nun hikayesinde simsiyah bir yolculuktur.
Kosinski, bölünüp dağılmaya yüz tutmuş bir aşkı ayakta tutmakta hünerliydi. Üstelik bunun için dünyaya gelmesi yeterliydi. Ayrılık düşüncesini ortadan kaldırmakta gösterdiği başarıyı, ailesinden koparıldıktan sonra da göstermesi O'nun kaderiydi.
Evlatlık olarak gittiği yeni ailesinde tutunamamış, küçücük bedenine sığdırdığı kocaman yaşama sevincini de yanına almış ve bulunduğu köyü terk etmişti. O'nun yazgısı bir şeylerden kaçmak; ve kaçtığı, sığındığı yerlerde, insanlarda bir yaşamı bulmak idi.
Bir çocuğun düşlerinde geleceğine dair hayaller, fantastik bir dünyanın mavilikleri saklıdır. Ancak savaşın ortasında kalmış bir çocuğun düşlerinde anne ve babasından başka soluk alır bir nesneye rastlamak mümkün değildir. Üstelik bu, fantastiğin değil gerçeğin düşselliğidir.
Kaçışlardan sıyrılmak adına bir köye yerleşmişti Kosinski. Ancak, bir insanın bir başka insanı derisinden, saç veya göz renginden ötürü ötekileştirdiği bir çağdı bu. Ve sırf saçları kara diye, düşünceleri ve kalbi de kara denildi bu küçük çocuk için. Henüz inancın ne olduğundan habersiz bir çocuğun inancından ve bu inancın getireceği felaketlerden korkuldu. Nazi Almanya'sı kabus gibi çökerken Leh köylerine, bu köylere sığınarak yaşama hakkı dilenip yerle bir edilen yine bu masum çocuktu. Şayet nefes almak yaşamakla eşdeğerse, aradığını bulduğu söylenebilir. Fakat hangimiz bu çocuğun yaşadığını tüm kalbimizle söyleyebiliriz ki?
Hayatın olduğu yerde umut vardı. Belki de Jerzy'nin yüreğini saran nihayetsiz kaçışların yollarını da bu sonsuz umut duygusu sarmıştı..
Kosinski, sığındığı her yeri korunaklı bir liman olarak görse de kısa süre içinde gördüğü işkencelerden dolayı bu düşüncesinde yanıldığını tecrübe etti. Üstelik bu tecrübe, bir önceki tecrübesini pekiştiren eski bir dünyanın penceresiydi. Hep aynı koridorlara koştu bir umutla açtığı kapılardan ve hep aynı manzaraydı pencerelerden gökyüzüne yansıyan. Savaşın izleri değil, büsbütün kendisiydi O'nun ruhunu saran.
Aylar, yıllar ve zamanın doldurabildiği her şey işkence ve acıyla, zulmün ve acımasızlığın vücut bulduğu insanlar arasında geçip giderdi. Kosinski'yi büyüten acıydı ve bunca acıya rağmen usanmadı kuş boyamaktan, annesini düşlemekten, kaçmaktan ve ağlamaktan.
Nihayet Sovyet birlikleri Leh köylerine girdi. Savaşın tam ortasında insanlar taraf seçmekle mükellefti ve o an orada bulunan üniformaya göre tavır tavınmak, onların yegane kurtuluş reçetesiydi. Kosinski ise yalnızca kendisi oldu; kendisinin kim olduğunu bile bilmediği vakitti..
Rus askerlerine sığınmak, barbar ve acımasız köylülerin merhametine küçük bir bedeni bırakmaktan yeğdi elbette ve bu da huzurun başlangıcı oldu.
Ruslardan gördüğü iyi niyetin Almanlara karşı kalbinde yeşerttiği nefret duygusu, O'nu daha güçlü bir çocuk yaptı.
Ruslar, kimsesiz savaş çocuklarını bir yurda yerleştirirken Kosinski de kendine onların arasında bir yer buldu. İşkence ve zulüm dolu yıllar geride kalırken yurt koridorlarında yankılanan hıçkırık ve çığlık sesleri, annesizliğin bir sonucuydu. Fakat buna yıllardır alışan Jerzy için annesizlik, alışılagelmiş olağan bir durumdu.
Çocuğundan kopmak zorunda kalan anne baba içinse yıllar ve hatta asırlar geçse dahi ayrılık, alışılması mümkün olmayan bir şey. Bunu bize gösterense Kosinski'nin anne ve babasının, çocuklarını yıllar sonra bir yurda gelip soruşturmasıydı. Evet! Şimdi tam karşısında ailesi Kosinski'nin. Bakışlar donuk, eller soğuk ve hissiz bir kavuşma bu. Kırılan bir kalbin onarılması zaman ister; unutulmuş bir yüzü hatırlamaksa sevgi ve merhamet.. İşte, Jerzy'nin yıllardır tatmadığı duygu.. Yanakları üzerine düşen yaşlar kendi gözyaşları değil, O'na asırlardır uzak kalmış bir yüreğin, bir annenin, annesinin duyduğu şefkat, özlem, merhamet, sevgi ve aşkın yağmuru.
Çocukluk, Kosinski'nin boyadığı bir kuştu. Öylesine seçkin ve fakat uzak ve yalnız.
Çocukluk, boyanmış bir kuşun kanatlarına saklanan bir ruhtu..
Yorumlar
Yorum Gönder