Dushara'nın Üç Yüreği
***
Beni yaşatan üç yüreğim varmış. Sonuncusunu gömerken fark ettim bunu. Dördüncü bir şansım olsaydı eğer, onu da diğer üç gömülü yüreğin yanına gömüverirdim.
***
Şöyle demişti bana giderken aziz Marko: Detaylarda kaybolmalısın. Detaylarda kaybolursan, ortada seni boğan bir detay kalmaz.
Kerameti kendinden menkul pespaye bir dilencinin boş dileklerinden hallice bir yaşantım vardı. Cebimde bir nazarlık kurşun parası, dilimde yarım yamalak bir Frenk havası. Yürümek hayal kurmak demekti pek tabii o zamanlar. Eh, kurulan hayalleri yerle bir eden birileri de bulunur hep ya. Kubbeli bir camii avlusuna sırtını dayamış; öğle sıcağına okkalı küfürler savuran esrik bir ayyaşın serzenişleri mesela. Ne bölüyorsun be adam! O kubbelerin altına yüreğimi gömdüm ben. Var mı bir gömü bundan âlâ? Ayyaşın katmerli ıstırabını dinliyorum: -
İçtikçe biten şarabı neyleyim hah!
Eee düş biterse de, yaşam biter mi? Sonra bitmemiş bir yaşamda düş hiç biter mi? Dedim, ya ayyaşı anlamalı veyahut bir başka kubbe bulmalı. Gömülecek kaç yüreğimiz var hepi topu yahu!
Şöyle bir oturdum eskimiş camii bankına. Güneşin sessizce kavuruşu vardı insanı. Gel dedim moruk. Kurul karşıma.
-Ne derler sana bu berduş makamında?
-Meyâşâm Sâkioğlu
-Ehh bre, şarap senin ezelden ab-ı hayatın. Kaç kadehte son bulur bu mükerrer ıstırabın?
Ayyaşın suskunluğuna bir de uzaklara dalıp giden o şehla gözler eklendi mi, dönüverirdi birdenbire suskun bir Dushara putuna.
-Ulan amma yaptın ha…
O zamanların fiyakası Camel cigarasından peyderpey dumanlanıp çıktım yola. Yol dediysem camiyi sarmış olan taş kaldırımlı güzergâh. Camiyi pek aheste bir tavaf ile evvela bertaraf ettim fikriyatı serden. Kendiyle hasbihal ettikçe savruluyor insan uzak bir aleme kendinden. Kopsun dedim inceldiği yerden. Oturdum netekim Dushara’nın karşısına.
-Anlat moruk. Kaç yıl eskitti seni bu camii duvarında?
Meramım, dili dönse kendi susacak bir ayyaşın dudakları arasında. Yahu konuşsana be adam! Ne fayda serzenişten bilcümle feragat etsen, senden evvel ruhun ayrılmaz ki bedenden. Eh, bana da gömülecek bir yürek kaldı bu suskunluğun ertesinden. Kubbenin altına bir sırla gömdüm yüreğimi saniyen.
Neden sonra dikkat kesildim ta içime işleyen bir ikindi selasına. Saba makamında iadeli taahhütlü bir yaşamın son konçertosu yankılanıyordu avluda.
Kalk ulan. Belli ki cenaze var, kalkacak mükedder omuzlarda az sonra. Fakat bir kolaçan edip şöyle göz ucuyla süzünce, fark ettim ki cana gelmiş ve kaybolmuş Dushara. Cana gelmiş dediysem de... Yoksa bu okunan sela?
-ulan amma yaptın ha…
Beni yaşatan üç yüreğim varmış. Sonuncusunu gömerken fark ettim bunu. Dördüncü bir şansım olsaydı eğer, onu da diğer üç gömülü yüreğin yanına gömüverirdim.
***
Şöyle demişti bana giderken aziz Marko: Detaylarda kaybolmalısın. Detaylarda kaybolursan, ortada seni boğan bir detay kalmaz.
Kerameti kendinden menkul pespaye bir dilencinin boş dileklerinden hallice bir yaşantım vardı. Cebimde bir nazarlık kurşun parası, dilimde yarım yamalak bir Frenk havası. Yürümek hayal kurmak demekti pek tabii o zamanlar. Eh, kurulan hayalleri yerle bir eden birileri de bulunur hep ya. Kubbeli bir camii avlusuna sırtını dayamış; öğle sıcağına okkalı küfürler savuran esrik bir ayyaşın serzenişleri mesela. Ne bölüyorsun be adam! O kubbelerin altına yüreğimi gömdüm ben. Var mı bir gömü bundan âlâ? Ayyaşın katmerli ıstırabını dinliyorum: -
İçtikçe biten şarabı neyleyim hah!
Eee düş biterse de, yaşam biter mi? Sonra bitmemiş bir yaşamda düş hiç biter mi? Dedim, ya ayyaşı anlamalı veyahut bir başka kubbe bulmalı. Gömülecek kaç yüreğimiz var hepi topu yahu!
Şöyle bir oturdum eskimiş camii bankına. Güneşin sessizce kavuruşu vardı insanı. Gel dedim moruk. Kurul karşıma.
-Ne derler sana bu berduş makamında?
-Meyâşâm Sâkioğlu
-Ehh bre, şarap senin ezelden ab-ı hayatın. Kaç kadehte son bulur bu mükerrer ıstırabın?
Ayyaşın suskunluğuna bir de uzaklara dalıp giden o şehla gözler eklendi mi, dönüverirdi birdenbire suskun bir Dushara putuna.
-Ulan amma yaptın ha…
O zamanların fiyakası Camel cigarasından peyderpey dumanlanıp çıktım yola. Yol dediysem camiyi sarmış olan taş kaldırımlı güzergâh. Camiyi pek aheste bir tavaf ile evvela bertaraf ettim fikriyatı serden. Kendiyle hasbihal ettikçe savruluyor insan uzak bir aleme kendinden. Kopsun dedim inceldiği yerden. Oturdum netekim Dushara’nın karşısına.
-Anlat moruk. Kaç yıl eskitti seni bu camii duvarında?
Meramım, dili dönse kendi susacak bir ayyaşın dudakları arasında. Yahu konuşsana be adam! Ne fayda serzenişten bilcümle feragat etsen, senden evvel ruhun ayrılmaz ki bedenden. Eh, bana da gömülecek bir yürek kaldı bu suskunluğun ertesinden. Kubbenin altına bir sırla gömdüm yüreğimi saniyen.
Neden sonra dikkat kesildim ta içime işleyen bir ikindi selasına. Saba makamında iadeli taahhütlü bir yaşamın son konçertosu yankılanıyordu avluda.
Kalk ulan. Belli ki cenaze var, kalkacak mükedder omuzlarda az sonra. Fakat bir kolaçan edip şöyle göz ucuyla süzünce, fark ettim ki cana gelmiş ve kaybolmuş Dushara. Cana gelmiş dediysem de... Yoksa bu okunan sela?
-ulan amma yaptın ha…
Yorumlar
Yorum Gönder