Akşamüstü Film Önerisi


                                                                     Köşedeki Dükkan



Film, iki büyük dünya savaşı arasındaki tarihlerde, 1937'de Macar yazar Miklos Lazslo'nun yazmış olduğu Parfumerie isimli eserden alıntılanarak 1940'ta, savaşın sürdüğü bir dönemde çekildi. Siyah beyaz hikayesinde insan ilişkilerinin ön planda olduğu sekanslar ve diyaloglar gerçekçi ve canlı. Aynı zamanda Jane Austen klasiklerinden kesitler sunan filmde, romantizmin ve aşkın da anlamca tekabül ettiği davranışlar yerli yerinde ve abartısız. Filmden alıntılanan bu fotoğrafta, Margaret Sullavan (Klara Novak)'ın elinde tuttuğu kitap Jane Austen'in Aşk ve Gurur kitabı. Yönetmen, film içinde bu kitaba sıkça atıfta bulunup Klara Novak'ta romantik bir karakter portresi çizmeyi başarmış. Kısaca tarihsel ve epistemolojik bilgiyi verdikten sonra geçelim tahlilimize.

 Film, Macaristan'da köşedeki bir hediyelik eşya dükkanında geçiyor. Bu film, tek mekanlık filmler içinde kendine yer bulmadıysa bu da eleştirmenlerin ayıbı olur. Esasen eleştirmenler de, insanların aklına ve düşünce sistemine virüs gibi gizliden sızan popüler kültürün kurbanı olduğundan eleştirmenleri de affediyorum hadi.Gerçi dönem dönem New York Times, The Guardian gibi yayın organlarında hakkı teslim edilmiş bir film, bunu da es geçmeyeyim. Öte yandan yer yer mekan değişse de, isminden de anlaşılacağı üzere mekan değişimi pek yok. Ama bu durum filmi sıkıcı yapmıyor; bilakis diyalogların gerçekçi olmasını sağlıyor ve bu da sizi filmin içine çekip baş köşede tutan etkenlerden biri oluyor. Hatta o kadar ki yer yer kendinizi, köşedeki dükkanın müşterisi gibi hissedip hiç ihtiyacınız yokken avize satın almaya karar verirken bulabiliyorsunuz. Bu yönüyle film, insanda tuhafiye etkisi yaratıyor bence. Çünkü tuhafiye dükkanlarının da hep böyle bir şey için var olduğunu düşünürdüm: hiç ihtiyaç yokken dükkana girip bir sepet dolusu ıvır zıvırla çıkmak.
Sinema literatürüne benden hediye, Tuhafiye Effect. Evet.

 Zaman olarak gerçek zamanın sınırlarında kalan film, akıcı diyaloglarla ve kıyafet seçimiyle dönemin yaşantısını da beyazperdeye taşıyor. O hep imrendiğim eskinin kıyafet ve konuşma tarzı, ülke farketmeksizin imrenilecek bir nostalji olduğunu yine gösteriyor bana. Çıraklar bile smokinle gezer mi arkadaş? Filmi esas duruşta ütülü bir gömlekle izledim.
 Filmde yan rolleri saymazsak iki ana karakter var ve bunlar da tahmin edileceği üzere bir kadın ve bir erkek. Filmdeki ismiyle Klara Novak ablamızın çok romantik olduğunu söylemiştim. Yönetmen, karakter üzerinden bir tip yaratma kaygısı gütmüş müdür bilemem lakin bu hanım ablamız enteresan olmayan bir tiplemeyle çıkıyor karşımıza ve bu da benim için karakteri tip kategorisine sokuyor. Ne istediğini bilen duygusal bir kadının, aslında istediği şeyin tam olarak ne olduğunu bilmemesi söz konusu. Garip değil mi, paradoks gibi. İşte aslında bugünün kadınlarındaki özellik. 80 sene önce de aynıymış. Aslında bütünüyle yalın bir kadın tiplemesi. Bu da karakteri enteresan olmaktan çıkarıyor bana göre. Ki diyalogların gerçekçi olmasında da bunun payı var muhakkak. Bu arada diyalogların gerçekçi olduğunu söylemiş miydim?
 Filmdeki abimiz ise, filmde bir Macar jönünü canlandıran James Stewart ( Kiralyk). Karizmatik duruşuyla kadınların rüyasını süsleyen bir prens benzetmesi yapmayacağım kendisi için, çünkü bize ne kadınların rüyasından değil mi? At, avrat ve silah üçlemesinin sinemadaki tarihsel gelişiminin başlangıç noktası, kuvvetle muhtemeldir ki bu abimizin rollerine tekabül eder. Zira Western filmlerin at üstündeki yağız delikanlısı James Stewart, silahı belinde, türküsü dilinde, kamçısı elinde, keyfi yerinde bir figür olmuştur hep. Ama şimdilik at, silah ve kamçı gibi şeyleri bir kenara bırakırsak, (avradı bırakmadım farkındaysan) (kıps) bu filmde Stewart ağabeyimiz duruşundan ve havasından ödün vermeyen bağrı yanık ve gururlu bir satış danışmanını canlandırmıştır. Aslında kendisini ruhsal olarak tahlil etmek gerekirse, yaptığı hamlelerle çevresindeki iş dünyasının çetrefilli akışını bir nebze olsun rahatlatan ve patronunun daha fazla kazanç sağlaması için kendi rahatını feda etmekten çekinmeyen soğukkanlı bir eleman diyebilirim. Asgari ücrete çalışıp prim usülü kazandığını söylememe gerek yok sanırım. Yönetmen, bu karaktere yalnızlığın ruhsal etkilerini yükleyebilirdi, ama yapmamış. Filmde, yalnızlıktan kaçan iki insan var; fakat ağabeyimiz bu yalnızlıktan pek şikayetçi değil gibi. Hoş olmamış. Yine de bütünüyle soğuk bir karakter yok ortada tabii.

- Azıcık Spoiler -

 Tahlilden sonra filmin konusuna ve işleyişine de değinerek yazıya son vereyim. Filmin konusu, birbirini tanımayan iki insanın romantik mektuplarla birbirlerini görmeden birbirlerine karşı yakınlık hissetmesinden ibaret. Arka planda işleyen bu konu, ön plana günlük yaşantının yerleştirilmesiyle gerçekçi bir hava kazanmış. Paydos saatini sabırsızlıkla bekleyip mektup yazmak için yağmur altında sırılsıklam halde eve koşacak kadar birbirini seven iki karakter ve onların yaşantısı. İşte izlediğimiz romantizmin konusu ve planı bu.

- Azıcık Spoiler -

Notum: Siyah beyaz filmleri sevmiyorsanız, akıcı ve sık diyalog sahneleri size göre değilse ve romantizmin insan ruhundaki yankısından bihaberseniz bu filmi izleyin. Bütün bu olumsuzluklar belki bir son bulur.








Yorumlar

Küllenenler

Sen Olsaydın

Gençlik ve Güzellik - Kısım I

Mübeccel