Yeraltı

Yaşamak yara almaktır. Ve yaraların kabuk tutmasını beklemek zamanla. Kendi kabuğuna çekilmek istiyorsun ama kabuk paramparça. Seni bu kıymetsiz cihanın soluksuz harbinde yapayalnız bırakan her şeye sırtını dönüp gitmek istiyorsun ama içindeki bütün arzular yenik düşüyor yorgunluğuna. 

İçimiz bizim, bir yerlerde hâlâ yaşayanlar için en sessiz mezarlık. İçindeki kesif karanlığa gömüldükçe sessizleşmesi bundandır insanın. İşte... Eve her zamanki monoton dönüşler ve günboyu aşinası olduğun simaların zorlama selam merasimi. Yetmiyor yaşadığın hiçbir şey bu hayata bir anlam katmaya. 

Hep diyorsun, ' bekleyiş güçlü bir annedir ve emzirir umudu içimizde.' Oysa dönüp arkana baktığında görüyorsun ki bütün o nihayetsiz bekleyişlerden var oluyordu umutsuzluk. Hayat bir sona ermeyecek olsa nasıl katlanırdı insan buna?

İşte yine bir gün olanca sıradanlığı ve ağırlığınca sıkıntısıyla bitiyor. Günün bitişi neden hiçbir şey ifade etmiyor? Beklentilere kayıtsız yeni bir gün, sıcaklığını yitirmiş ellerinde eskiyecek yarın da. 

Öyle anları oluyor ki insanın, önce kendinden başlıyor, kendi içinden; sonra bu dünyanın en dışındaki varlığına kadar tiksinti ve nefretle doluyor. Böyle anlarda yitiriyor hazzını bütünüyle yaşam. Böyle anlarda başlıyor yenilgi aslında. Belirsizlik denizinde attığın kulaçlar seni karaya değil, açıklara sürüklüyor. Yanlış olan şey yönün mü yoksa çabaların mı bilmiyorsun. Basitçe yabancısı olmadığın bir yorgunluğu misafir ediyorsun günün sonunda.  

Sen, soluksuz yağmurlara zamansız teslim olmuş bir kentin bomboş kalan caddelerine savrulmuş ömür. Seninle yürüdü yalnızlık. Seninle büyüdü içinde. Umutsuz, beklentisiz, basit ve sıradan yaşamayı öğrendin böylece. 


Yorumlar

Küllenenler

Sen Olsaydın

Gençlik ve Güzellik - Kısım I

Mübeccel