Ziyaret - Minimal Öykü Denemesi II

Bir sabah uyandığımda her gün yaptığım gibi kahvemi pişirdim, sigaramı yaktım, bir şarkı başladı zihnimde ve penceremden sonsuzluğun mavi tonlarına daldım. Derken telefonum çaldı, karşımdaki ses telaşlı bir şekilde,

"günaydın, derhal hastaneye bekleniyorsunuz, hastanıza refakatçi gerek, kat 2, oda 177, servis kardiyoloji" dedi.

Arayan kişinin mutlaka yanlış kişiyi aradığını söylemeye fırsat bile bulamadan telefon kapanmıştı bile yüzüme. Oysa benim refakat edebileceğim bir yakınım bile yoktu bu şehirde. Kim bilir hangi yalnızın hangi hastalıkla başı dertte ve hastalığın yapayalnızlığından ruhu ne denli kederli bir halde? Kahvem bitmiş, güneş yükselmiş, aradan 1 saat geçmişti ki telefonum yine çaldı ve arayan yine aynı kişiydi, hastanede görevli bir hemşire.

"alo"

"hastaneye gelmeniz gerek, hastanızın yardıma ve size ihtiyacı var" dedi karşıdaki ses.

"hangi şehir ve hangi hastane olduğunu söylemediniz" dedim ve gelen cevap sinirli ve bezmiş bir ifadeyle:

" merkez hastanesi kat 2, oda 177, servis kardiyoloji" oldu.

Cevap vermeye kalmadan telefon kapanmıştı elbette yüzüme. Bu tavırla, hiçbir hastanın refakatçiden yana şanslı olmadığını düşündüm. Bunu düşünürken de ısrarla gelen bu telefonla kalkıp giyinmeye başladım. Kafama koymuştum, bu gizemli daveti reddetmeyip yabancı bir hastaya yardımcı olmaya gidecektim. Aslında ortada gizemli bir durum da yok hani, hastaneye gittiğimde bir yanlış anlaşılma çıkacaktı ortaya mutlaka.

Paltomu giydim, ayakkabılarımı parlattım ve çıktım kapıdan. Beni bekleyen şeyin yanlış bir alarm olduğunu bildiğimden rahattım ve yürüdüm serin göğün altında. Bu sabah her yüz hiç olmadığı kadar yabancı ve soğuk, bu sabah herkes bir başka dünyaya göçmüş gibi donuktu.

Nihayet hastaneye geldim. Ağır hastalık kokuları, psikolojik bunalımın kıyısına getiren baygın bakışlar arasından görevli hemşireyi buldum. Önce sıraya geçmem gerektiği söylendi, ziyaretçi olmadığım anlaşılınca da görevli hemşire derdimi dinlemeyi kabul etti.

"bu sabah 9 gibi tarafınızdan arandım, hastanede bir yakınımın yattığını ve gelmem gerektiğini söylediniz" dedim

"oda ve servis?" deyip yüzüme bile bakmadı hemşire

"177, kardiyoloji"

"177'de hiçbir hasta kalmıyor" dedi, ki bu da benim beklediğim bir şeydi zaten.

Görevli hemşireye durumu anlattım ve beni arayan numarayı söyledim.
Hemşire önce biraz şaşırdı, sonra sendeleyip yerine oturdu ve

"mutlaka bir yanlış anlaşılma söz konusu olmalı" dedi.

Beni arayan numara içinde bulunduğum hastaneye, üstelik görevli hemşirenin bulunduğu bölüme aitti. Daha sonra görevli hemşire diğer hasta yakınlarına yardımcı olmak için müsaade isteyince oradan ayrıldım.

Ertesi sabah kahvemin yanında bayat bir kurabiye, penceremin kenarında kumrular vardı. Müzik bu kez zihnimde değil, dilimdeydi. Telefonum yine çaldı. Arayan yine aynı kişiydi. Ve yine telaşlı bir ses tonuyla hastaneye beklendiğimi söylüyordu. Paltomu giydim ve dışarı attım kendimi. Hava, yağmurlu bir günün ertesinde topraktan yayılan nemli kokuyla dolmuş, gri gökyüzünün sardığı kentte insanlar yeni bir günün ve eski rutinlerinin yolunu tutmuştu. Oysa benim rutinim iki gündür sekteye uğramış, elimde olmayan sebeplerden dolayı sıkıcı bir durumun ortasında kendimle başbaşa kalmıştım.

Hastaneye tekrar ulaştığımda bu kez hemşireye sormadan direkt 177'nin yolunu tutmuştum. Bana daha dün burada herhangi bir hastanın yatmadığı söylenmesine rağmen bir gün sonra bu odada bir hasta görüyordum.

"merhaba, geçmiş olsun" dedim,

"merhaba, teşekkür ederim, siz kimsiniz?" dedi, her halinden çok hasta ve halsiz olduğu belli olan adam

"ne zamandır burada yatıyorsunuz?" diye sordum,

"44 gündür buradayım, günleri saymama rağmen ne takvimden ne de mevsimden haberim var. Bütünüyle bir odaya kapatılmış ve hiçbir zaman iyileşemeyecek bir hasta gibi hissediyorum kendimi."

Bunları söylerken gözlerinde beliren umutsuzluk ve yılgınlığı fark etmemek mümkün değildi. Ayakta dikilmiş paltomun iliklerini açarken pür dikkat dinlemeye devam ettim. Ben onu dinler halde acıyan gözlerle bakmamaya çabalarken o, gözleriyle bana yan sedyeye oturmam için müsaade eder gibi bir işaret yaptı. Oturdum ve o konuşmaya devam etti:

"Bedenime hapsolmuş ruhumda yaralı bir ceylanın gözleri var. Dünyayı yarı baygın görsem de ne hissedebiliyorum yaşamı, ne de içine girebiliyorum büsbütün. Öylece bir köşeye sinmiş halde ölümün beni bulmasını bekliyorum ve hissediyorum çok da uzaklarda değil.
Acılar birer tohum gibi ruhuma serpiştirildi senelerce ve şimdi bedenimde filizlendi günden güne. Yıllar geçti kalplerde sevgiyle filizlenen duyguları tatmayalı. Şimdi kalbim yalnızlığın ve kimsesizliğin ve terk edilmişliğin pençesinde küllenen bir kordur. Hayır dostum, sıcak bir akşamüstü yorgunluğu değil bu; cehennemin maviliklere açılan pencereleri yoktur."

Burada 44 gündür ölümü bekleyen ve ahvalini hemşirelere bile anlatamayan bir hastayla başbaşaydım. Üstelik bir yabancıydı bu kişi ve ben dokunaklı bir hikayenin ortasındaydım.

"Nefes alıyorsak umut vardır, iyileşmek için gücünü toplamalısın" minvalinde bir zırvayla teselli verme girişiminde bulundum. Aldığım tek cevap boşluğa dalıp giden bir çift göz oldu.

Yabancı hastayla vedalaşmak için ayaklandım. Kasvet ve sessizliğin hakim olduğu 177'de biraz daha durabilecek kuvveti bulamadım kendimde.

"Yarın mutlaka yine geleceğim" dedim ve cevap alamadım. Arkamı döndüm ve ağır ağır çıktım odadan, kapıyı sessizce kapatıp loş koridordan düşünceli bir halde çıkış kapısının yolunu tutmuştum artık.

Eve vardığımda saat öğleden sonrayı geçmiş, tatlı bir uykuya dalmıştım. Akşamın serin esintileri odama dolduğunda üşümekten kaskatı kesilmiş bedenime sıcak bir kahve iyi gelmişti.

Ertesi sabahın ilk saatleri,
177'ye gidip hastamı ziyaret edecektim. Yanıma, hastaya moral olacağını düşündüğüm öteberi almış, yüzünde bir nebze olsun tebessüme vesile olabilecek varlığımla hastane yolunda türlü hayallere dalmıştım. Kim bilir, iyileşince iyi bir dost olup belki de O'na bu dünyanın O'nun düşündüğü kadar karanlık ve cehennemi bir yer olmadığını gösterecektim. Hayaller zihnimi kuşatırken gerçeklerle yüzleşmek için de kafamda diyaloglar kuruyordum.

Ve hastaneye varmıştım artık. Hiçbir hemşireyle muhatap olmadan hasta dostumun odasına yöneldim. Merdivenleri tek tek hızlı hızlı çıkıyor, koridorlara sinen hastane kokusunu hissetmiyordum bile artık.

177'ye vardığımda içeriden birtakım sesler geliyordu. Kararsız bir şekilde kapıyı tıklatıp yavaşça açtım ve içeri girip giremeyeceğimi sordum.

"Buyrun?" dedi tanımadığım biri.

"Hasta ziyaretine geldim" diyebildim yalnızca.

"Kim için geldiniz?"

Hiçbir şey diyemedim. Ancak hemen sonra hasta yatağında yatan kişiye baktığım vakit O'nun dünkü yabancı olmadığını farkettim. Aklım karışmış, korkuyla karışık sakin bir havayla metanetimi koruyarak,

"Bu hasta ne zamandır burada yatıyor?" diye sordum,

"57 gündür buradayız, siz kimsiniz?" diye bir cevap alınca aklım daha çok karışmıştı.

Şaşkın gözlerle odayı terk ederken cevapsız sorular da kapının kapanmasıyla bu odaya hapsolmuştu.


Evimin yolunu tuttum. Hava yine griliğini kuşanmış, insanlar telaşlı, bense yarı durgun, ağır bir şekilde evime yürüyordum. Eve vardım, saat öğleden sonrası, pencerem bu kez kapalı. Uyudum.

Akşam vakti telefonum çaldı ve karşımdaki ses tanıdıktı artık:

"merhaba, derhal hastaneye gelip hastanıza refak..." telefonu yüzüne kapatmıştım.
Bir müddet boşluğa dalıp gitse de gözlerim, yarım kalan uykuma yarı baygın düşlerle devam ettim.



Yorumlar

Küllenenler

Sen Olsaydın

Gençlik ve Güzellik - Kısım I

Mübeccel